Tuğçe Vural: Griler De Vardır

İş arkadaşı Esra, ellerini başının iki yanına koyup derin derin of çekince nedenini sordu Asya.

“Olmuyor işte! Ol-mu-yor! Yazamıyorum!”

“Nedir o, olmayan? Belki bir faydam dokunur.”

“Ah! Belki... Yani, umarım. Edebiyattaki kadın anti-kahramanlarla ilgili bir yazı hazırlamaya çalışıyorum ama bir türlü ol-mu-yor!”

“Bence konudan biraz uzaklaşmayı dene. Ben sana güveniyorum, elbet aklına şahane fikirler gelecektir her zamanki gibi!”

Oh be! Sonunda! Esra Hanım da tıkanıklık yaşayabiliyormuş demek ki! Kendi sihirli tavsiyemi vermekle hata mı ettim acaba? Belki biraz daha tıkanıklık girdabında boğulmasına izin vermeliydim... Amannn neyse! Zaten zor bir konu seçmiş. Kadın anti-kahramanlar da nereden geldiyse aklına?! Konudan uzaklaşsa da yakınlaşsa da o her zamanki sinir bozan yaratıcılığını konuşturamaz ki!

Asya’nın iç sesinden habersiz, edindiği mesleki düsturla, bir yazar ve editör olarak, yaptığı işin başka bir uzmanının tavsiyesini dinlemek Esra’nın nezdinde en güzel hamleydi. Asya’ya hak vermişti aslında. Konudan uzaklaşmak iyi gelebilirdi. Asya’ya bir buse gönderip teşekkür etti. Sonra da ona verilen tavsiyeye uyabilmek adına ruhsal sığınağına koştu ve çekmecesinden başucu kitabını çıkardı.

Beyaz Tavşan’ın ahlanıp vahlanmaları, bir o yana bir bu yana koşturmaları ve sürekli geç kalmışlığından dert yanması her ne kadar Esra’yı kitaba çekmiş görünse de zihninin arka odalarında anti-kahraman kavramını irdelemeye devam ediyordu. Sayfalar ilerledikçe Alice’in sıra dışı hikâyesi ve dik başlı, dediğim dedik, hayalperest ve korkusuz haline her zamanki gibi kapılıp gitti. Ancak bu kez farklı bir durum vardı. Okumaya devam ettikçe okuyup hayran kaldığı bu karakterin, bir kız çocuğu olarak ve özellikle de yazıldığı dönemde, bir anti-kahraman olduğu gerçeğiyle yüzleşti. Bu yüzleşmeyi, bir kırılma noktası gibi tüm benliğinde hissedince okumayı bırakıp bilgisayarının başına geçti yeniden.

“Kadınlığın biyolojik olarak bir cinsiyet olduğunu varsayarsak, edebiyatın en meşhur ve en küçük kadın anti-kahramanı Alice sayılabilir mi, ne dersiniz? Bizim tatlı, küçük, kural tanımaz ve hayalperest Alice’imiz! ‘Uslu çocuk’ tabirini tamamen saf dışı bırakan ve masallara bir dönem damga vurmuş, çocuk yaşta sarayında koca beklemesi beklenen prenseslerden ayrılan aykırı Alice’imiz! Böyle söyleyince sizin kulağınıza da bir anti-kahraman gibi gelmedi mi?”

Yine başladı yazmaya haspam! Ne yazıyor acaba ya of! O aklı verirken kafandan neler geçiyordu Asya Hanım! Gördün mü bak, onda da işe yaradı! Yine onun topuğu yerine kendi topuğuna sıktın!

Yazdıkça yazıyordu Esra, Asya’nın tırnak kemirerek aklından geçirdiklerinden habersiz. Asya, Esra’nın zihnindeki barajın kapağını açmıştı sanki ve sular bir anda biriktirdikleri potansiyel enerjilerini kinetik enerjiye çevirip çağıldıyormuşçasına yazıyordu işte! Hep böyle olurdu zaten. Ayağına takılan taşları temizleyince Bold misali koşu rekorları kırardı.

Esra, böyle şevkle yazarken Asya bir kenarda, kahve kupasını evirir çevirirken tırnaklarını kemirerek onu izliyordu. Önerisinin işe yarama ihtimâlini hiç mi hiç hesaba katmamıştı! Esra oldum olası ondan daha yaratıcı ve daha çok ses getiren yazılar kaleme alıyordu, en azından Asya böyle düşünüyordu. Çünkü ona göre, ruhundaki grilik kalemine yansıyordu ve ne tam anlamıyla yaratıcı ne de tam anlamıyla harika yazılar kaleme alabiliyordu. Bunları düşününce içi yine fokurdadı! Saçma bir çocuk masalı okurken ne gelmiş olabilir ki aklına, diye düşünürken Esra ile göz göze geldiler, gülümsedi.

“Ya, canım kız kardeşim! Sana ne kadar teşekkür etsem az! Verdiğin akla sağlık! Aklıma neler neler geldi, bir bilsen!”

Allak bullak olmuştu bu sözler karşısında ama hemen kendini toparladı Asya.

“Çok sevindim canım! Kız kardeşlik, böyle anlar için kurulmuş bir müessese değildir de nedir allasen? Ne yazıyorsun?”

“Haklısın! Yoooook! Hayatta söylemem ne yazdığımı! Dergi basılınca okursun.”

“Peki, peki öyle olsun. Ben yemeğe çıkıyorum. Öperim çok!”

“Beraber çıksaydık keşke ama benim yazıyı tamamlamam lazım hazır ilhamı yakalamışken!”

Sanki sana yemeğe beraber çıkalım diyen oldu! İlhamı yakalamışmışşşşşşş! Yahu alt tarafı Alice Harikalar Diyarı’nda kitabını okudu! Ne bulmuş olabilir ki o kitabı okurken?

Asya, Joker gibi maskesiyle bütünleşip çantasını aldığı gibi kaçtı ofisten. Bunu sadece kendine itiraf edebiliyordu şimdilik: Esra’dan nefret ediyordu! Ancak nefretin yanı sıra hem beraber çalıştıkları için hem de kaleminin gücüne içten içe hayranlık duyduğu için bir yanı seviyordu da onu. Griydi işte! Ne siyahtı ne de beyaz. Antrasit falan da değildi, öyle dümdüz griydi işte! Her ne kadar başkaları Asya’yı siyah ya da beyaz ve hatta çoğu zaman beyaz olarak görse de kendisi işin aslının farkındaydı. Hele ki konu Esra olunca! “Uğultulu Tepeler’in Cathy’si, işine bak kardeşim!” cümlesi döküldü dudaklarından. Kendine güldü bir an. Kendini olduğu gibi kabul edebilmenin verdiği özgürlükle sıfır beden haline inat bir burger sipariş etti. Esra’yı da yazdığı son yazıyı da Sonradan Düşünülecekler Klasörü’ne kaldırıp sokağı gören bir masaya oturdu. Çantasından böyle anlarda okuduğu kitabını çıkardı. Burgeri hazır olana kadar Bilbo’nun yüzüğü çaldığı sahneyi bulup gerçek dünyadan uzaklaştı. Kısa bir süre sonra, burgerinden koca bir ısırık alıp çantasından not defterini çıkardı ve Esra’ya meydan okuyan kelimelerini defterine döküverdi: “Ya asıl kahramanlar, anti sandıklarımızsa? Mesela, Gollum’dan yüzük çalan Bilbo neden esas kahraman oluverdi? Kim karar veriyor kimin anti, kimin kahraman olduğuna?”

03/06/2025
169