Neslihan Yiğitler: Neslinin Bahçesi - Ne de Olsa Overthink Bizim İşimiz

“Ay ben küslük nedir bilmem,” diyen insanlara bayılıyorum. Her şeylerini “dan” diye söyleyebilen, cevaplarını cebinde hazır bekletenlere. Karşımdaki öbür mahalleye gitmeden ya da yediğim lafın üzerinden beş ay geçmeden olayı anlamayan benim gibiler için küsmemek çok zor. Ulu derviş Sezen Aksu popçumuzun bu konuda koca koca videoları var, “küsemiyorum herkesi anlıyorum” dediği, durmayıp şarkısını yaptığı “ben gidemem-gitmem” diye bağırıp durduğu... Tamam, sen gideme, gitme de ablacığım el âlem bizi tuttu öpüyor “mucuk mucuk” onu napacağız? Küsmeyelim de daha beter mi sırtımıza binsinler?

Mesela, benim ilk küslüğüm Meryem Ana’ya oldu. Zirveden başladım küsmeye. “Neslim sen de herkes gibi ilkin yan sıranda oturan Sümüklü Çınar’a küssene,” dediğinizi duyar gibiyim ama hayır, olabilemez! Bizde hep çarpılma garantilidir atarlar. Olayı hemen anlatayım: Biliyorsunuz Meryem Ana’mızın evi, Selçuk’a dokuz kilometre uzaklıkta Bülbül Dağı’nın üzerine kurulmuş. Aziz John, Hz. İsa öldükten yaklaşık altı yıl sonra Meryem Ana’yı bu dağa gizlemiş. Biz İzmirliler için her darlandığımızda buraya gitmek, dua etmek, mum yakmak en çok bir saat, oysa koskoca bir Hristiyan âlemi onlarca engeli aşarak (engel dediğim uzaklık sadece yoksa onların bizim gibi vize sorunu yok) hacı oldukları çok güzel bir tapınak burası. Birçok efsaneyi, çocuksuzların çocuk, evsizlerin ev, eşsizlerin eş, işsizlerin iş bulduğu birçok dileğin, mucizenin burada gerçekleştiği tezi öne sürülüp duruyor. Neden böyle diyorum çünkü ispatlanabilir şeyler değil anlatılanlar. Biz de çaresiz insanoğulları, olmazlarımız ve yoksunluklarımızdan ibaret olduğumuzdan gidip Meryem Ana’ya mum yakıp dilek diliyoruz.

Bir gün, ilkokul ikinci sınıf falanım, Meryem Ana gezisine baya kalabalık bir grup gittik. Babam henüz hayattaydı. Efes’i gezmiş, sırayı Meryem Ana’ya getirmiştik. Anneciğim yazık, iyi dileklerle, “Evladım, sen bir mumu kendinin ve babanın sağlığı için yak. Bir mumu da ben, ablanla benim sağlığımı dileyerek yakayım,” demişti. Ben de deli olduğumdan olsa gerek, kantinde saçımı çeken çocuk, dansa davette beni kaldırmayan velet, içim giderken bana göz ucuyla bile bakmayan genco demeyip belki de ilk ve son kez annemin sözünü dinlemiş, babama, kendime sağlık dileyerek mumumu yakmıştım.

Sonrası malum! Gezinin üzerinden birkaç sene geçti ve babamı yitirdik. Çocuk aklımla çok çok büyük bir üzüntüyle kendimi suçladığımı hatırlıyorum. Dileği tam dileyememiştim, mumu yamuk dikmiştim, babamın adını tam fısıldayamamıştım, aslında soyadımızı da söylemeliydim ya da o sırada Meryem Ana’nın daha önemli bir dileği gerçekleştirme gibi bir işi vardı ki beni, babamı ihmâl etmişti gibi düşüncelerle koskoca Meryem Ana’ya küstüm. Ne de olsa overthink bizim işimiz, Freud sen işine bak kardeşim...

Yaşım ilerledikçe duygularım hafiflese de küslüğüm uzunca bir süre devam etti.  Geçtiğimiz sene bir seyahat için İzmir Adnan Menderes Havalimanı’nda hediyelik eşya standında küçük bir Meryem Ana ikonası gördüm. Bu ikonayı almam elbette mümkün değildi. Meryem Ana’yla aramız hala limoniydi; ben bu ikonayla ne yapacaktım. İşte böyle kendicağızımla konu konuyu açarken satıcı beyefendi yanıma geldi. Öyle selamsız sabahsız ve de apansız, “Biliyor musunuz benim iki kızım var? İlk kızım doğduktan sonra doktorlar bir daha çocuğunuz olmaz dediler ama ben bir kızım daha olması için çok dua ettim. Bir gün eşimle Meryem Ana’ya gittiğimizde de mum yaktım,” dedi. Hayal meyal olsa da hatırladığım babacığımın da tıpkı karşımda konuşan kişi gibi kıvırcık saçları vardı. “... Ve uzun tedavilerden sonra ikinci kızımızı kucağımıza aldık yani Meryem Ana dileğimi kabul etti,” dedi. Babamı kaybetmekle suçladığım mumun başka bir babaya evlat verdiğini duymak kalbimde zaten çoktan eriyen buzları daha da bir çözmüştü.

Sayın arkadaşlar, ihtiyacı olan mesajımı alsın haykırıyorum: “Küsmenin kimseye faydası yok.” Çünkü tortu kaldıkça sanırım üzüntüler daha bir taşlaşıyor. Katılaştıkça çözülmesi daha da zorlaşıyor. Meryem Ana, kutsal kitaplarda yazan ve anlatılara ek olarak oldum olası hep “güçlü durmanın” bir örneği olmuştur. Bu denli peşinden gidilen, unutulmasına izin verilmemiş, inanılmış, kutsal kılınmış bu figürün gözlerinin önünde oğluna işkence edilmesine karşın inancının kırılmamasını gücüne yorarım. Belki de biz kadınların en çok yanıldığı nokta budur. Her şeyi yapabilecek güçte olmamıza karşın, yapamadığımızı, yapamayacağımızı sanmamız. Hepimiz çok kereler bu sanrıya kapılıyoruz, biliyorum. Destek arıyoruz, sürükleniyoruz. Koşullar, durumlar, içine çekildiğimiz girdap bizden ne kadar çok bu sarmala girmemizi istese de unutmayalım: Güçlüyüz, en az Meryem Ana kadar, hatırlayalım.

Bu arada instagram dm kutumdan: Aşk acısı çeken, “ben değil bir arkadaşımı” soranlar oluyor. Daha iyice gibi. Telefonundan çevrimiçi okey oynaya oynaya iyileşiyor. Yeni maceralarını yazacağım size. Kendinize iyi bakın, beni özleyin. Ocakta görüşmek üzere.

11/12/2025
224