Metin Çalışkan: Kaptan Kurmaca - Romancı Çetin Üstünkörü Söyleşisi

Yazmaya, yaşamaya devam ediyoruz, etmemiz gerek ama gündemin fazla değişmemesi en önemlisi. Bugün, genel boykot günü... Seçilmişler hala hapiste, hasta olan ve salt demokratik hakkını savunduğundan hapse atılan Esila hala tutsak, işkence haberleri gelmeyi sürdürüyor, öğrenci Eren Üner'in gördüğü işkencelerle ilgili anlattıkları ise hem korkunç hem de işkencenin nasıl sistematik olduğunu, güce, iktidara sırt dayayıp nasıl da rahatlıkla yapılabildiğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Hiçbirini yalnız bırakmamalıyız. 

Neyse ki ışığı da görebiliyoruz.

Çifçilerin isyanı, öğrencilerin direnişi, gerçek hukukçuların net tavrı vb. birçok örnekle güç buluyoruz.

Ama şunu yinelemekte fayda var:

Seçilmişleri serbest bırakın.

Esila'yı serbest bırakın.

Eren'e işkence yapanları yargılayın.

Hayvan katliam yasasını iptal edin.

Ve Kanal İstanbul'a hayır.

*

Öncelikle yıllar sonraki ilk söyleşinizi bizimle gerçekleştirdiğiniz için teşekkür ederiz. On yıllık bir aranın ardından yazdığınız son romanınız “Yapbozun Dağınık Parçaları” kitabınızda sizi yazmaya iten dürtü neydi?

Rica ederim. Günümüzdeki yazarların çoğunun angarya gördüğü, sıcak yaklaşmadığı söyleşilere ne yazık ki gerekli önemin verilmediği kanaatindeyim. Hâlbuki söyleşiler, yazarı okura, yazarı yazara, yazarı kendisine yaklaştırabilir. Bu açıdan ben de yeni bir söyleşi yapmaktan oldukça memnunum. On yıllık sessizliğim artık yeni bir anlatım, yeni bir bakış açısı getirebilecek gücü kendimde bulamamamla ilgiliydi. Lakin bir süre sonra tek bir taslak bile yazmayarak kolaya kaçtığım gerçeğiyle yüzleşebildim. Kendimi zorlamalıydım. Böyle bir noktadan bakıldığında yeni kitabımın hem kendime bir meydan okuma hem de evvelki kitaplarımda beni yazmaya iten dürtüye açık bir çağrı niteliği taşıdığı anlaşılabilir.

Yapbozun Dağınık Parçaları türüyle diğer kitaplarınızdan ayrılıyor. Polisiye bir kitap yazmak fikri nasıl gelişti?

Açıkçası polisiye, okur kimliğimle sıkı sıkıya bağlı olduğum bir türdür. Cingöz Recailerden Agatha Christielere, kara polisiyelerden İskandinav polisiyelerine pek çok kitabı neredeyse bir bağımlılıkla okumuşumdur. Yine de polisiye yazmak, polisiye yazmaya cesaret etmek ayrı bir olay. Bu hususta şunu söyleyebilirim. Ben sadece metne kendimi bıraktım. Onun isteklerine boyun eğdim. Yoksa kâğıdın başına polisiye yazmak niyetiyle oturmamıştım. Bu yazacaklarınızın özgürlüğünü kısıtlamak anlamına gelir. Yazılanlar bir süre sonra yazarın egemenliğinden kurtulmalıdır.

O halde, bilincin pek önemli olmadığını mı düşünüyorsunuz?

Katiyen hayır... Elbette bir bilinç vardır. Mühim olan bilincin yazıyı ne kadar kısıtladığı ne kadar özgür bıraktığıdır. En özgür noktada bile bir bilinçten, yazarın iradesinden bahsetmek mümkün olabilir.

Kitabınızın başında, romanın gerçek bir hikâyeden uyarlanmasa da gerçek bir hikâyeye uyarlanabileceği notunu düşmüşsünüz. Notu okuyunca ister istemez yazdıklarınızın neresinde yer aldığınız sorusuna odaklandım. Anlattıklarınızın başınızdan geçmediğini fakat başınızdan geçmesini isteyebileceğinizi düşündüm. Bu tarz bir açılış fazla oyunbaz durmuyor mu?

Kesinlikle katılıyorum. Notun anlamının okurdan okura değişmesini özellikle istedim. Oyunbazlık meselesineyse şöyle cevap verebilirim; geçmişe dönüp baktığımda tüm yazdıklarıma giderek yabancılaştığımı anladım. Bu her yazarınki gibi bir yabancılaşma değildi. Yani, yaratımdan sonraki rutin süreçlerden bahsetmiyorum. Bahsettiğim, yazdıklarımın giderek başka birine ait olduğuna inanmam. Bu düşüncelere saplanıp kaldım. Neredeyse kurmaca bir karakter gibi hissediyordum. Romanımı da bu zeminde kurguladım. Roman iki farklı karakterin tek bir olayı kendi bakış açılarından anlatmalarına dayanıyor. Bu iki karakterden ilki Saim. Döneminde epey başarılı, eski bir komiser. Manevi değeri yüksek olan eşyaları çalmasıyla ünlenen C. davasında danışmanlık yapmak için mesleğe dönüyor. Saim’in ağırlıkta olduğu bölüm C.’nin bir depoda olduğu ihbarıyla sona eriyor. C. ise tuhaf birisi. Çaldığı eşyalarla ilgili hikâyeler yazıyor. Bir kravat iğnesinden, taşı düşmüş bir çift küpeden sayfalar çıkarıyor. Onun ağırlıkta olduğu bölümse Saim’in depoya gelişiyle son buluyor. Bu iki anlatım bazı muğlaklıkları da beraberinde getiriyor.

Gerçekliğin net olmaması konusunda neler söyleyebilirsiniz?

Bir olayı iki farklı bakış açısıyla vermeyi önceden tasarlamıştım. Saim de C. de uzun zamandır yol arkadaşlarım olan karakterler. Onları hikâyeye ekledikten sonra gerisi kendiliğinden geldi. Gerçekliğin net olmamasıysa karakterlerin güvenilirliğiyle ilgili bir durum. Okur Saim’e inanmayı tercih edebilir. C.’nin yanında yer almak da isteyebilir. Şunu da sorabilir; yazara nasıl güveneceğim? Belki yazar Saim’le C. arasındaki gerçekliği kırıp şekillendirmiştir. Okura biraz iş düştüğünü söyleyebilirim. Bunca güvensizliğin, iki yüzlülüğün, yalanın ortasında gerçeği yakalamak zorundalar. Saim’le C. arasındaki final sahnesine de değinmek istiyorum. Depodaki final sahnesinde artık tanrı anlatıcıya geçiyoruz. Böylece üçüncü kişi olarak onun, ya da bir başka deyişle yazarın sesini duyuyoruz. Bu finalde dikkat çekici iki nokta mevcut: Birincisi, Saim’le C.’nin birbirlerini suçladıkları sayfaların sonuna gelindiğinde karakterlerin usul usul yer değiştirmesi. İkincisiyse, anlatıcının depoda belirip Saim ve C.’ye silah çekmesi. Buna rağmen karakterler çoktan özgürleşmiş, anlatıcı kısa mesafeden ateş etse de ikisini de vuramıyor, intihar etmek istiyor, onu da beceremiyor, çünkü o da şimdi kurmacanın formülleriyle yaşayabilen biri.

Finalde anlatıcıyı da kitaba eklemek riskli bir tercih değil miydi?

Öyleydi. Kitap basıma gidene kadar değişiklik yapmayı arzulamıştım, yapamadım. Finali, bir hikâyenin asıl sahibi kimdir sorusu üzerine kurgulamak istedim. Onu anlatan mı, hikâyeyi yaşayan mı, yoksa okuyan mı? Yazdıklarımla alakalı düşündükçe de kendini anlatıcı olarak tanıtan birinin depoda belirmesi fikri hoşuma gitti. Peki, ona inanmalı mıydık? Haksızlığa uğradığını iddia eden, hikâyenin karakterlerle anılmasına katlanamayacağını söyleyen, sözüm ona anlatıcıya inanmalı mıydık? Bir düşünmek gerekir.

Söyleşi için çok teşekkür ederiz. Eklemek istediğiniz son bir şey var mı?

Ben de teşekkür ederim. Söyleyebileceğim son şey, okurun hikâyeyi açığa çıkarmak için yazarı mağlup etmekten çekinmemeleri.

 

21/04/2025
110