Metin Çalışkan: Kaptan Kurmaca - Birtakım Gelişmeler

Kaptan Kurmaca'dan merhabalar...

Bütün hafta boyunca şu iki meseleyi irdeleyip durdum: Günceli yazmak! Edebiyat ne işe yarar? 

Çemberin giderek daraldığı günler. Orman yangınları, insanların, hayvanların evlerinden, canlarından olması. Hayvanların ölümüne kaybımız sıfır denilmesi. Doğal olarak yangın söndürme uçaklarının nerede olduğunu sorgulamamız...

Seçilmişlerin hala tutsak olması.

Yeni depremler.

Hatay’ın, İzmir’in, birçok yerin hali.

Umursamayan bir iktidar mekanizması.

Biriken öfke, üzüntü.

Çaresizlik.

Kitaplara sığınmak da yetmiyor artık. Yetmemeli belki.

Peki, ne zaman yazılacak tüm bu kıyamet? 

Yazı mesafe işidir, dolaylı anlatım işidir vesaire. Ama böylesi bir cenderenin ortasında edebiyatı bir kenara bırakıp yazmak gerekebilir. Tabii yetinmeden. Yoksa sadece benim gibi korkak bir şekilde yazıya, edebiyata sığınmaktan öteye geçemeyiz. 

Ses yükseltmek gerek.

Buradan güzel arkadaşım Selcan Kırnal'a geçeyim.

Geçtiğimiz günlerde Sennur Sezer Emek-Direniş Şiir ve Öykü Ödülleri'nin sahipleri açıklandı. Şiir dalı ödülü Mert Tutucu'nun Santrale Bağlanmak İçin Gökyüzünü Kuşlayın dosyasına verildi. Bizim için, Gaia Studio çevresinde birleşenler için bir güzel haberse, tanıdık bir ismin; Seçil Hidayet Öztürk'ün Taş Gibi Toz dosyasının şiir dalında Jüri Özel Ödülü'ne layık görülmesi oldu. İki ismi de kutlarım.

Öykü dalı ödülü ise Zürafa Sesi dosyasıyla Selcan Kırnal'a verildi... İncelikli arkadaşımın ödül alması beni oldukça mutlu etti. Öncelikle Selcan'ı tanıyalı çok olmasa da onun insanlık dışı her şeye ses çıkardığına, elinden geldiğince çabaladığına, yetebildiğince alanlarda olduğuna tanıklık ettim. Hayvan katliam yasasından tutun da şu an yaşanan herhangi bir hukuksuzluğa; seçilmişlerin, eylemci gençlerin haksız yere tutuklanmasına karşı sürekli dik bir duruş sergiledi. Bu nedenle Sennur Sezer gibi bir değerle isminin anılmasının ona ve edebiyatına çok yakıştığı fikrindeyim...

Evet, edebiyat...

Yukarıdaki sorulara döndüğümde, Selcan Kırnal'ın duruşunun, yapmak istediği, direttiği edebiyatının örnek olması gerektiği açık. Elbette tek bir edebiyatçı tanımı, tek bir edebiyat tanımı edebiyata haksızlık olur. Lakin, ülkeyi düşündüğümde Kırnal gibilerin artması tek temennim.

Öyle bir yolda yürümeye benim yüreğim yetmedi, umarım sizin yeter...

*

Kökler

"Kendi Hatalarına Sahip Çıkmazsan
Nasıl Kendin Olabilirsin?

Nehir kenarı... Cıvıl cıvıl bir gün... Pembe piknik örtüsünün üzerinde oturmuş, iki ablam,
annem ve babamla piknik yapıyoruz. Herkes oldukça neşeli. Fakat en büyük ablam istemeden annemin doğum gününde kendisine aldığı gök mavisi elbisesinin üzerine yemeğini döküyor. Ve bu konularda oldukça takıntılı olan annem o andan sonra pikniği berbat ediyor. Surat
asıyor, söyleniyor, yastık altında biriktirdiği öfkelerini çıkarıp hepimize doğrultuyor. O an,
aklımdan insanların bana sıklıkla söylediği bir şey geçiyor: “Tıpkı annen gibi davranıyorsun.”
Annemin hareketleri giderek ağırlaşıyor. Yavaş çekimde bir film izler gibi oluyorum ve bir
anlığına annemin yüzünün yerinde kendi yüzümü görüp dehşete kapılıyorum.
Uzun zaman sonra bu anı tekrar tekrar düşündüğümde her zaman korkuya kapıldım.
Annemin, babamın hatalarını yapacağım düşüncesi beni pek çok şeyden mahrum bırakmıştı.

Üstelik, etrafımdaki insanların çoğunun, ailelerinin hatalarını tekrarlamama konusundaki
gayretleri genellikle boşa çıkmıştı. Onları dinlemeye başlamamın ardından şunu kavradım:
Köklerimize dayanan hatalar fotokopisi pek çok zaman, kendi özgün hatalarımızı yapmaktan çekinmemizle ilgilidir.

Bayan A.’nın Hikâyesi

“Hatalarınızın toplamından ibaret olduğunuzu mu düşünüyorsunuz Bayan A.?”
“Yo, hayır... Bunun benim hatalarımla alakası olamaz öyle değil mi Bayan Rashford?”
“Peki, yaptığınız hataların kaçı gerçekten size ait Bayan A.?”

Bayan A. park sakinleri arasında en sık dinlediğim insanlardan biridir. Gözlem gücünün
farklılığıyla, detaylara düşkünlüğüyle ufuk açıcı bir insandır. Hemen her zaman yirmili
yaşlarındaki kızından övünçle bahseder. Onun şu güne kadar tek bir kötü söz söylemediğini, pırıl pırıl bir genç hanım olduğunu, çizdiği yolu kabullenip ona uygun ilerlediğini anlatır durur. Kızından bahsederken göz bebekleri parlar. Hayatın her anından zevk alan bir insan kimliğine bürünür. Hatta kimilerinin saçmalık olarak niteleyebileceği planlarından da bu gibi anlarda bahseder. “Yağmur suyu biriktirmeye başlayacağım Bayan Rashford.”, “Tren seslerini kaydetmeye başlayacağım Bayan Rashford.”, “Kent haritalarından bir koleksiyon yapmaya başlayacağım Bayan Rashford.”...

Ama bir gün Bayan A. planlarından bahsetmeye ara verdi. Utanç dolu bir yüz ifadesiyle bana fısıldadı: “Kızım, annemin bana davrandığı gibi ona davrandığımı söyledi,” dedi. Bu Bayan A.’yı oldukça kırmıştı ve o, asla kendi annesi gibi olmadığına dair yeminler edip duruyordu.

Asla baskıcı olmadığını ve her zaman kızının iyiliğini istediğini söylüyordu. Ona kızının en
çok hangi yemeği sevdiğini sorduğumda duraksadı. Haşlanmış sebze olabileceğinden bahsetti. Sonra da evde en çok haşlanmış sebze pişirdiğini itiraf etti. Büyük ihtimalle bir kere bile kızına ne yemek istediğini sormamıştı. Tıpkı kendi annesinin ona yaptığı gibi.

Peki Bayan A. neden kökler tuzağına düşmüştü? Yoksa o da pek çoğumuz gibi en çok
korktuğu şeye dönüşmeye mi yaklaşmıştı? Ya da kızını kendine bağımlı kılmak istemiş ve
kim olduğuyla yüzleşmemek adına başvurduğu yöntemler onu böyle bir sorunla karşı karşıya bırakmıştı.

Hayatım boyunca köklerin gücünden ve lanetinden bahseden insanlar tanıdım. Ve şunu
keşfettim; kökler (ister aile, ister doğduğunuz topraklar) büyüleyici olabileceği gibi ölümcül
de olabilir. Kendimizi onlardan bağımsız düşünüp düşünmemek bize kalmış bir şeydir. Fakat bir noktada, ister onlara saygı duyalım istersek onlardan hoşnut olmayalım, kendimizi
köklerden azade de düşünmek zorundayız.

Üstelik bu, pek çok insanlık suçunun önüne geçebilmemizi sağlayabilecek bir çıkış yoludur.
Unutmamız gereken şudur; biz ailemiz değiliz, biz topraklarımız değiliz. Onlardan
beslenebiliriz, onlara minnet duyabiliriz ama onlar gibi davranmak zorunda değiliz. Yeter ki
hatalarımızı ve güzelliklerimizi sahiplenelim.

Hangi hatalar gerçekten size ait?
-
-
-
-
-
-
-
-
Ama unutmayın;
Siz kökleriniz değilsiniz.

SAHİ SİZ KİMSİNİZ?"

 

Daha evvel bahsetmiştim. Bir polisiye roman kurguluyorum. Temelinde kitap içinde bir kitap olacak. Helene Rashford imzalı bir yazı, kişisel gelişim kitabı: Sahi Ben Kimim? Bakalım ilk taslağı ne zaman bitirebileceğim. 

Heyecanla ilerlediğimi itiraf edeyim.

*

Dedem Stephen King’e duyduğum sevgiyi, saygıyı bilen bilir. Onun ana karakterlerden olduğu bir talk show hikâyesini geliştiriyorum. Dedem, yarattığı birkaç ürkütücü karakter, ki programı Pennywise sunuyor, okurlardan oluşan bir öykü olacak umarım.

*

kahretsin
ben hep eski bir şeyi severdim
vakit şimdi oldu mu
yetişemezdim asla
kapı kilitlerine sıkışan parmaklarım kanayınca
kentlere
delilere
aşka
delilerin kurduğu kentlerdeki aşklara
kentlerde deliren aşıklara
soyunan şiirler
önce kelimelerini sıyırır kollarından ay ışığında
yetişemezdim Emperyal Oteli’nden kaçıp
kan ter içinde
gece trenleriye uzaklaşıp
intihar hasretinde
en fazla, neyse eski bir şey sevdiğim
omuzlarına oradan kaldırıma dökülen
kırıklarını toplardım

kahretsin, eminim pazartesiyse günlerden
ben sevmek için pazarı beklerdim

05/07/2025
61