Mesut Barış Övün: Ses ve Kitap

Roman Kahramanları dergisi için yazdığım Stephen Dedalus denemesine çalışırken şu sesli kitap meselesiyle de bir şekilde barıştım. Yani tam barışmadım da biraz alıştım. Bu değişime de biraz görev duygusuyla hareket etmem sebep oldu: Yazı için Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portesine yeniden döndüğümde bazı ifadelerin İngilizce’de nasıl söylendiğini merak ettim (Saatlerin saati şarkı söylüyorlardı*). Böylece kitabın birkaç bölümünü dinlemiş oldum ve sonra, fena olmadı, diye düşündüm. Ne de olsa, romana ve kahramana biraz daha yaklaşmıştım.

Ne ki Portre zaten bildiğim bir kitaptı- “iyi bildiğim” de diyebilirim ki hakkında bunu söyleyebileceğim kitapların sayısı fazla değildir. Yani, mesela, Stephen’in binbir korku içinde Rektörün odasına gidip kendisini haksız yere döven Dolan Baba’yı nerdeyse kekeleyerek şikâyet ettiği sahneyi balkonda oturup caddeye ve gelip geçen arabalara bakarak dinlemem hiç de zor olmadı. Daha önce o bölümü birkaç kez okumuş olmam dinlediğim şeye tutunmamı kolaylaştırdı.

*

Ben Okurum için de benzer şeyler söyleyebilirim. Deniz Yüce Başarır’ın başarılı podcastinde gelen konukla seçili bir kitap üzerine sohbet sürerken Deniz Hanım arada o kitaptan bazı bölümleri okuyor / seslendiriyor. Ben burada da daha önce okuduğum kitapların konuşulduğu programları seçiyorum genelde (Gönülçelen, Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu.) Bu kısımları dinlemek keyifli, beni memnun ediyor, yolda sevdiğin bir tanıdığa rastlamak gibi. Yani örneğin birkaç dakikalığına Holden Caulfield’ın dünyasına dönüyorsunuz. Bu nevi dinlemeler bir hatırlatma dozu görevi görüyor sanki.

*

Ne var ki, hiç bilmediğim, konusundan haberdar olmadığım bir kitapta bu tip bir motivasyonun çalışma ihtimali düşük benim için. Günlük hayatında dinlememe konusunda sıklıkla uyarılan biri olarak sesli bir romana uzun boylu kendimi veremeyeceğimi de biliyorum.

*

Sonra düşünüyorum, belki siz de düşünmüşsünüzdür bunu: Ben kitapları aslında sesleri olmadığı için seviyorum! Evet, mesele temel olarak bu. Sesli kitapların pek çok insanda işe yaradığını görüyorum, faydalanıyorlar, pratik taraflarını burada saymaya gerek yok şimdi; ama ben, kendim için konuşacak olursam, günün moda deyimi ile sürdürülebilir görmüyorum bu durumu. Yazarla aramda bir aracı olması beni oyundan biraz düşürüyor. Yazarın o soyut sesini, nasıl diyeyim, ‘duymadan duymak’ istiyorum. Yani Ses ve Kitap temelde ayrı şeyler gibi geliyor bana.

Daha çok edebiyat metinleri için bunu söylediğimi de eklemeliyim ama. Bir bildiri ya da duyuruda işe yaradığı zaten bellidir. Thomas Paine’in Sağduyu’su Amerikan devrimi esnasında küçük el yazmalarından meydanlarda okunmuştur. Toplanan kalabalıklar bu metni heyecan ve umutla dinlemişlerdir. Bir kitap, evet, ama daha çok bir bildiri ya da bir çağrı, insanları düşünmeye ve harekete geçmeye sevk eden bir belge.

*

Öte yandan, bana öyle geliyor ki şöyle bir paragrafı insan kendi kendine okumalı:

"Evi gördüğünde batıda hiç ışık kalmamıştı. Ahırın ardındaki çayırda bir pınar vardı: Karanlıkta korkulan ve işitilen ama görülmeyen bir küme söğüt. Yaklaşırken kurbağaların kaval sesleri, aynı anda çalışan makaslarla birdenbire kesilen teller gibi sustular. Diz çöktü; karanlıkta yüzünün gölgesi bile zor seçiliyordu. Yüzünü, şişmiş gözünü yıkadı. Yürüdü, çayırı geçip mutfak ışığına doğru ilerledi. Işık onu seyreder gibiydi, bekleyerek ve tehdit ederek, bir göz gibi."

Bu Ağustos Işığı’nın yedinci bölümünden. William Faulkner’ın muazzam romanında bu tip çok pasaj var. Faulkner’ın kendi sesi var. Bir sessizlik şiddetinde, diyesim geliyor.

Aynı kitapta Faulkner, Joe Christmas’ın üvey babasıyla tutuştuğu bar kavgasını anlatırken şöyle yazar. “… Sonra sesi kelimeler yapmayı bıraktı ve artık yalnızca bağırdı…” Benim kitaplarla ilişkimde durum tam tersi sanki; ben okurken kelimeler ses yapmazlar, yapmalılar, bildiğiz anlamda ses yani, hep sessizdirler, herhangi bir okuyucunun nefesi ve tonlamaları yoktur orada; yukarıdaki gibi sadece yazarın bütüncül sesi vardır, belli bir ritme sahip olan ve havada asıl duran.

*

Bunları söylüyorum ya gene de büsbütün kapalı değilim bu uygulamaya. Joyce sayesindeu ufak yoldan bir barışma yaşanmışsa belki devamı da gelebilir. Alışmaksa mesele, alışmanın da dozu arttırılabilir. O bakımdan ve Faulkner demişken, -belki Joyce’da yaptığım gibi- onun da daha önce okuduğum kitaplarına dönebilir, onların bir de sesli hallerine bakabilirim.  Mesela Ses ve Öfke’ye yeniden el atabilir, onu dinleyebilirim. Bu çetrefil romanın sesi bana yeni bakış açıları kazandırabilir. Hem belki bu kez anlarım kitabı!

*Murat Belge for hours ifadesini böyle çevirmiş, fena da olmamış.

05/07/2025
169