
Gizem Pınar Karaboğa: Rüzgârlı Köşe - Sana Çiçeklenmek İstediklerim
Diyorsun ki, “Çalışmaktan başka ne var hayatta? Gezdim gördüm, üretmek gerek.”
Ama neyi? Bu Dünya’da insan üretimi olan her şey ıvır zıvır, çöp! (Yalnızca gemiler istisna) Gezip gördüğün o kent, sen sırtını döndüğün anda değişiverir. Bir göz kırpmanda dallarından bir yaprak düşüverir. Artık o senin bildiğin manzara değildir. Her an, her dakika yolda da olsa insan, açlık sancımalı içinde. Dünya’yı hiç tam; geçmişi, bugünü ve yarınıyla birlikte göremeyecek olmanın tatlı hüznü hep büyümeli. Bu keder kıpır kıpır kıpırdanmalı midende. Kavuşulmayan aşk gibi.
Sana bir soru:
“Nasıl görmezsin iş yerinin bahçesindeki ıhlamur ağacını?”
Bahçesinde öyle bir ağaç olan, nasıl kendini geliştirmeyi, işini büyütmeyi filan düşünebilir? Aldatmak bu. İki bedenin kavuşması değil aldatma. Yasalar, kurumlar... Boş laf! Çiçeklerini böyle edepsizce saçıverir işte! Sadakatsizlik, doğanın göğsünde büyümüş bir ağacı görmeme ısrarıdır. Ahlak dışıdır. Geri kalanı uydurmaca! Ve kelimeler, onlar bile, asıl onlar, insan icadı takatukalar. Ve ben sana ancak bunları verebiliyorum.
***
Bitkilerin koparılırken çığlık attıkları keşfedilmiş. İki gün önce, yüreğimin olması gereken yerde açtığı anafora yerleşmiş beyefendiden çiçek hediye aldım. Tek duyduğum acı çığlıklardı. Bunu şimdi sana niye söyledim?
***
Ömer hocam, benim Tanrı’yla olan satranç müsabakama artık son vermem gerektiğini düşünüyor. Beni sürekli çoban matı yapmaya çalışan Tanrı’yla işim bitmedi daha. Henüz beni terk etmeye hazır değil. Son bir şans ona: Senin ıhlamur ağacını görmeni sağlasın. Öyleyse ben de oyunu vermem ama, masadan kalkarım. Herkes kendi işini yapsın: Ben yaşamaya, o sadece izlemeye...