
Gizem Pınar Karaboğa: Rüzgârlı Köşe - Platonik II
Burada müthiş bir karayel var. Soğuk, yağışlı, nefis! Kemikleri birbirine çarptıran, denizleri karartıp yücelten enfes yalnızlık! Platoniğin kutsallığı: Hiç görülmüyor olmak. Ne güzel yitim! Doğmamışsın bile, ölemeyecek kadar. Varsa Tanrı’nın, müdahale edemediği, iradenin tutsaklığından kaçmış tek aşk!
Bu yüzden platonikler, ellerini kollarını sallayarak yürürler caddelerde. Yalnız, söz konusu muhatabın ellerine ulaşamama sarsaklığı değil; kavramamayı kabul! Bir aylaklık var bu işte. Hüznü kâğıt helva tadında. Yapışır dudaklarına ve bir ıslık koparırsın gece Kadıköy sokaklarında Alican’ın hazırladığı kokteylleri yuvarlarken. Yanında dostların… Engin Hoca, Çağrı, Hilmi Hoca... Şiirden konuşur, küser barışırsınız.
Bir köşeye kıvrılıp kediler gibi uyursunuz. Ve platonikler, kendilerini ötekinin yerine de sevmelidir; bundan boğazımızda tüy topağı gibi bekler kusulmayı arzular. Yeniden sevip kendimizi, yeniden yutkunuruz ve acı, migren olmaktan çıkar. O, diğerinin hüznüdür. Diğeri ben’imdir artık: Ezilen tüm halklar, öldürülenler, kaybedilenler... Ölüm düşüncesi daha hızlı çıkagelir. Nazım’da reyhan şerbeti içersin tatlı- mayhoş, o yine de gelir. Bilirsin, bilirsin kaşındırır etini, yaşamak pek güzeldir. Hele ‘o’nu barındıran bu gezegende solumak! Bu yüzden daha çok sesini çıkarırsın haksızlığa. Platonik, sessiz- sakin değildir, hayır, asla kabul etmeyeceğim bunu: O sadece maşukuna karşı susmayı tercih etmiştir: Söz uçar, yazı okunmaz.
Tıpkı bu yazı gibi... Böylece sürecek karayel. Soğuk, ıslak, şen!