Gizem Pınar Karaboğa: Rüzgârlı Köşe - Bir Minnet Yazısı

Rüzgârlı köşenin rüzgârı Datça’dan esiyor. Mayıs ayında bu kadar savurur muymuş, şaşırdım doğrusu. Üşüdüm diye endişelenmekten etimin nasıl yandığını hissetmemişim. İyi ki öyle oldu. Güneş cildimi usul usul kavurmuş. Yılanlar gibi deri değiştiriyorum. Bu çeper beni çok sıkıştırmış. Attım gitti.

Aklıma takılı kalmış oltanın ipini kemirip yeniden suya döndüm. Sanırım ayrılıkta olan şey şu: Tek bir kişiye akan Dünya sevgisinin yeniden Dünya’nın kendisine dağılması. ‘O’na olan sevgim cam gibi kırılıp toprağa yansıdı. Narin ota, dikkatsiz adımlar altında sonlanıveren ömrüyle böceğe dağıldı. O kişiye olan güvenim yıkılarak zarif ve güçlü ağaçlara tutundu. Kuşlar dallarında dinleniyor, ben gölgesinde uyuyorum. O insana olan aşkım aynı süratte ve yine aynı coşkuyla ırmaklara karışıp denize kavuştu. Sular, Dünya’nın tümünü dolaşan sular hem gözyaşı hem sevinçle sardı gezegeni. Bana hep yuva olmuş ve ölümüme kadar da toprağıyla döşek, göğüyle yorgan olacak olan Dünya’mı, biricik sonsuz aşkımı seviyorum. Kalbim çatlayacak neşesinden ve kederinden. Ve sarılmak istediğimde ona, denizine dalacağım, kuşlarını ekmek içleriyle doyuracağım. Dün kirpisini gördüm; bana sırlarını açıyor demektir bu. Demek Dünya da bana güveniyor.  (Ve bir roman fikri soktu aklıma. Sanırım bu satırlar olacak o romanda.)

Datça otobüsünde bir yol arkadaşım oldu. Bana yalanlar anlatıyor yol boyu. Öyle şenlikli geçiyor ki yolculuğumuz! Ömer hocamla tanıştım; ona Dünya izin verirse güzel salyangoz kabukları hediye etmek isterim.

Buraya bizim atölyeden dostlarla geldik. Enginçkim denizle, yemekle, yazıyla, müzikle olan flörtünü anlattı bize. Büyülendim. Demek yaşamak böyle bir şey... Çocuk adımlarıyla taklit ediyorum. Biraz sakil duruyor belki üstümde ama aldırmıyorum! Gülnarişkamla sayıların gizemini konuştuk. Haydar hocamın 40 Şiir ve Bir’ini okuyorum yeniden ve yeniden; herhalde kırk eksi iki yaşıma yeni bastığımdan olsa gerek; bir de Haydar hocama hiç bitmeyen özlemimden. Başağımla aynı gün doğmuşuz; ruh kardeşiyiz. Sözcükleri top yapar atarız birbirimize. İki kızı var; Defne kuşum ve Doğa civcivim. Hem pamuk ellerinden hem gözlerinden öperim. Eşi Toygarımızla da tanışmamız ne mavi oldu! Siminim tango yapıyor, kendini birinin kollarında dansa bırakmak aşk gibi bir şey olsa gerek, denemeli. Şimdi ürküyorum.

Bana kalsa tüm dostların işini gücünü bıraktırır hepsini Datça’ya getiririm.

Sevgili okuyucu, Datça’ya gelirsen kulaklarımı çınlat. Eski Datça’da badem şarabı iç. (bademin şarabı nasıl olurmuş deme, seyyah ol dene, kan!) Bir kolye al, bir pati sev, zeytin ağaçları gölgeleriyle uyutsun seni. Aşkım sana da bulaşacak.

***

Ve sonra büyük şehirden bir sözcük çalınıyor kulağıma: “Uyutmak” diyorlar. O, aslından çok başka ve onursuzca kullanıldıkları kelime: Uyutmak değil, katletmektir onun adı. Küçük insan, bu ne büyük cüret!

 

13/05/2025
221