Füsun Günaydın: Edebiyat ve Karanlık Odaya Açılan Kapı - Suç

“Suç nedir?” sorusu, hukuk, felsefe, psikoloji ve tarih bilimleri açısından farklı anlamlar taşır. Tek bir tanımı yoktur; çünkü suç, toplumun değerleri, iktidar ilişkileri, ahlak anlayışı, tarihsel koşulları tarafından sürekli yeniden şekillenir, şekillendirilir.

Edebiyatta suç bir eylem değil, bir hal olarak işlenir. Böylece eylemin çoğunlukla bir anlık patlama değil, kişiliğin, geçmişin ve arzuların birikmiş tortusunun nihai sonucu olduğuna dikkat çeker.

Suçun Etik Düşüncesi: Okuru Rahatsız Eden Edebiyat

Edebiyat, okura suçun en sert yüzleşmesini yaşatır. Anlatılar her insanın içinde bir kırılma eşiği olduğunu, ahlak kurallarının tarihsel, psikolojik olgulara göre değişebildiğini gösterir.

Derine inildiğinde görülür ki suç, çoğu zaman bireysel değil, toplumsal düzenin bir sonucudur.

Özellikle modern edebiyatta suç, okuru yargıç konumundan çıkarır; karakteri anlamaya, ona empati duymaya zorlar. Bu, edebiyatın rahatsız edici olmakla beraber geliştirici yanıdır. Edebiyatta işlenen suç, okuru konfor alanından çıkarır, insanın karanlık potansiyeline ayna tutar.

Farklı Alanlarda Suça Bakış Açısı

Hukuk açısından bakıldığında suç en basit şekliyle, yasaların yasakladığı ve karşılığında ceza öngörülen davranış olarak tanımlanabilir.

Felsefede suç, insanın özgürlüğü, iradesi, sorumluluğu ve etik ilişkileri üzerinden tartışılır. Bu bağlamda Nietzsche, “Suç, toplumsal ahlakın icadıyla ortaya çıkmış bir mekanizmadır. Birey, güç ilişkileri içinde suçlu ilan edilir. Bu nedenle suç kavramı iktidara dairdir,” görüşünü savunur.

Psikolojide suç tanımı bireyin dürtü kontrolündeki bozukluklar, travmalar, kişilik yapılanması, sosyalleşme süreçleri, empati kapasitesi gibi mekanizmalarla ilişkilendirilir. Bu alanda suçun kendisinden çok davranışın kökeni önem kazanır.

Konuya tarih açısından yaklaşıldığında suç tanımının tarihe göre değiştiğini görüyoruz. Sözgelimi Orta Çağ’da büyü yapmak suç iken, aydınlanma döneminde “düşünce suçu” ortaya çıkar. Kolonyal dönemde sömürgecilik hukukunda, yerlilerin suçlu olduğuna hükmedilir. Modern dönemlerde ekonomik suçlar vergi, piyasa, mülkiyet ihlalleri suçlarında artış gözlenir.

Dijital çağda veri hırsızlığı, siber suçlar gibi yeni alanlardan söz edilir.

Bu bağlamda bakıldığında suç tanımı ile toplumda iktidarın sınır çizme gücü arasındaki ilişki netleşir.

Edebiyatta ise suç anlatısı, sıradan bir kurgu değildir kurgu üzerinden görmezden gelinen kişisel ve/veya toplumsal yarayı görünür kılma biçimidir. Bir cinayet anlatısı, bastırılmış öfkeyi, yokluğu, sınıfsal sıkışmayı, aile içi şiddet tortularını, kimlik arayışını, insani ve toplumsal adaletsizlikleri, tarihin üzerini örtmek istediği dosyaları açığa çıkarır. Edebiyat, suçu tanımlamayı ya da cezalandırmayı değil, suçla yüzleşmeyi sağlar. Edebiyat belki de suça en objektif yaklaşan dallardan birisidir.

Suç, insanın hem toplumsal düzenle imtihanı hem de kendi iç karanlığıyla yüzleşmesidir. Bu nedenle edebiyat ve suç arasındaki bağlantı etiğin, varoluşun, gücün, arzunun, travmanın, toplumsal yapıların etraflıca sorgulandığı bir düşünsel laboratuvar araştırması kabul edilebilir.

Suçun Edebi Cazibesi Norm İhlalinin Çekiciliği

Her suç bir sınır ihlalidir. Suç işleyen kendisine dayatılan normu geçersiz kabul eder. Bir anlamda suç işlenirken toplumsal düzen kırılır. Bu kırılma hali edebiyatı doğrudan ilgilendirir.  

  • Ne zaman ve neden sınır aşılır?
  • Kural ihlali yapan kişi, kendi içinde neyi savunur veya yıkar?
  • Toplum bu ihlale nasıl tepki verir?

Antik tragedyadan beri suç, insanın “özgür iradesi” ile “kaderi” arasındaki terazide incelenir. Suç tanımının döneme ve bireysel bakış açısına göre değiştiğini göstermek için verilebilecek bazı örnekler şunlardır:

  • Sophokles için suç, tanrıların düzeniyle çatışmadır.
  • Dostoyevski için suç, vicdanın derin kuyusunda hesabı verilmesi gereken bir olgudur.
  • Camus suçu absürd bir dünyanın kaçınılmaz sonucu olarak ele alır.

Edebiyatın en önemli özelliklerinden birisi suçu açığa çıkarırken, suçun ardındaki zihinsel, toplumsal, tarihsel ağları da görünür kılmasıdır. Edebi metinlerde suç, insan psikolojisini mikroskobun altına yerleştirir. Böylece suçun içsel motivasyonu ayrıntılı biçimde görünür hale gelir.  

Edebiyat ve Suç: Karanlığın Yapı Sökümü

Suç, edebiyatta yalnızca bir olay örgüsü unsuru değil; insanın iç çatışmalarını, toplumsal yapının kusurlarını ve ahlâkın sınırlarını açığa çıkaran bir kırılma merceğidir. Suçun işlendiği her roman, bir tür insan, toplum laboratuvarı işlevi görür. Bu yüzden suç edebiyatı, yalnızca polisiye ya da gerilim türünün değil; modern edebiyatın tüm dallarının içinden geçen bir damar haline gelir.

Aşağıda, edebiyatın farklı dönemlerinden seçilmiş eserlerle suçun sosyolojik, psikolojik ve felsefi boyutlarını örnekleyerek geniş bir çözümleme sunuyorum.

Suçun Vicdanla Çarpışması Dostoyevski - Suç ve Ceza

Dostoyevski’nin dev yapıtında Raskolnikov, soğukkanlı bir katil değildir. Eserde idealist ve “üstinsan” fikrine tutunmuş bir zihnin yarılması adım adım takip edilir.  

Suçun Psikolojik Anatomisi

Raskolnikov’un “olağanüstü/ yüksek/ üst insan” hipotezine dayanarak işlediği cinayet, edebiyatta suçun fikir ile eylem arasındaki gerilimi tanımladığı en güçlü örneklerden biridir. Cinayetin kendisi, romanın en sönük anıdır aslında; suçun kendini asıl gösterdiği zaman dilimi, cinayet sonrasında Raskolnikov’un bilinç yarılmasıdır.

Eserde karakteri motive eden faktörler toplumsal adaletsizlik ve kişisel nihilizmin birleşimidir. Olayların gelişimi ile varılan sonuçta suç bütün ağırlığı ile kahramanın kendi üzerine kapanır. Dostoyevski’nin mesajı çok dikkat çekici ve belki de uyarıcıdır. “Suç sadece dış eylem olarak değil ruhun kendi üzerine çökmesi olarak da değerlendirilmelidir.”

Suçun Nedensizliği Franz Kafka - Dava

Kafka kendisi de hukuk eğitimi aldıktan sonra bir sigorta şirketinde çalıştığından kuralların zaman zaman ne kadar işlevsiz hale geldiğini birebir yaşayarak gözlemlemiştir. Dava eserinde, Josef K. bir türlü suçunu bilmez, çünkü suç onun değil, dünyanın absürtlüğündedir.

Kafka’nın dünyasında suçun kaynağı, hatta ne olduğu bir türlü netleşmez, çünkü yazar dehasıyla görmüştür ki insanda suç varoluşun doğal yapısı içine nüfuz etmiştir.

Dava’da Josef K. “suçlanır” ama ortada suç yoktur. En önemlisi birey ne yaparsa yapsın sistem karşısında her daim potansiyel suçludur. Bu modern devletin birey üzerindeki bürokratik tahakkümünü açığa çıkarır. Suç, insanın herhangi bir yanlış davranışında olmaktan öte düzen tarafından tanımlanan bir durumdur. Durum karşısında da birey ölümüne çaresizdir.

Kafka’nın yarattığı suç evreninde, hukukun keyfiliği edebiyat ortamında görünür hale gelir.

Suçun Kimlik Krizi: Patricia Highsmith - Yetenekli Bay Ripley

Patricia Highsmith’in yarattığı kahraman Tom Ripley kimliğini kaybetme korkusunu, toplumsal düzende daha da aşağı itilip, yok olma ihtimalini cinayetle önlemeye çalışır.

Tom Ripley işlediği suç sayesinde yepyeni, saygın bir kimlik kazanır. Patricia Highsmith, eserinde suçun bir “başkasına dönüşerek hiyerarşik düzende yer edinme arzusu”yla ilişkisini inceler.

Ripley “diğerini” ortadan kaldırarak onun kimliğini çalar ve yeni bir yaşam elde eder. Highsmith yapıtında psikolojik yaklaşım ile narsisistik, borderline çizgilerinde kimlik örüntüsünün suç yapılanmasına müsait bir zemin hazırladığını gösterir.  

Burada çok önemli bir nokta göz önünde tutulmalıdır. Highsmith suçu failin gözünden anlatır. Bu teknik, okuru rahatsız eder; çünkü suçluyla empati kurulması okurun kendi etik pozisyonunu da sorgulamasına yol açar. Bu noktada okur tehlikeli bir alana çekilir. Suçu anladığında mazur görebileceğini de kabul etmekle, etmemek arasındaki ince çizgide kalır.

Yabancılaşmanın Bedenleşmesi Olarak Suç: Albert Camus - Yabancı

Camus’nün “Yabancı”sı “Meursault”, edebiyat tarihinde suç işleyen en duyarsız figürlerden biridir. Cinayeti bir anlık refleksle işler; fakat asıl suçlandığı şey işlediği cinayet değil, hayat karşısındaki donuk duygusuzluğudur.

Camus eserini öyle düzenler ki kurguda Meursault karakterinin işlediği suç absürt dünyanın anlamsızlığı içinde anlamlı bir yere oturur. Fakat toplum onu cezalandırır. Cezanın asıl nedeni cinayet değil anne ölümü karşısında ağlamaması, yeterince üzülmemesidir.  

Romanda, suçun her zaman eylemle değil, toplumsal normlara uymamakla da ilişkilendirildiği görülür.

Camus ve Varoluşçular: Suçun Absürt Yüzü

Camus’ye göre suç, insanın ve toplumun duygusal kodlarının birbiri ile uyumlanmamasından doğabilir. Burada suçun temsili hukuksal olmaktan çıkar, varoluşsal ve toplumsal uyumsuzluk haline dönüşür.

Varoluşçular için suç, toplumun tahammülsüzlüğü ve absürdün görünür hale geldiği alanda ele alınır.

Post Modern Temsillerde Suç Bir Metne Dönüşür

Post modern romanda suç artık bir vaka değil, dilsel bir oyun, metinler arası bir kurgu, bir yapı çözümü aracıdır. Post modern metinlerde suç çözülemez, çünkü modern dünyada hakikat çökmüştür. Katil belirsizdir, fail dağılır. Piyasa ekonomisi, kapitalist sistem, ustaca kullanılan medya vb. sayesinde gerçek suçlu tanımlanamayacak kadar kimliksizdir.

Suçun post modern temsilleri, hakikatin parçalanmışlığına dikkat çeker.

Edebiyatta Suç, İnsan Karanlığının Laboratuvarda İncelenmesidir

Suç bireysel bir patoloji değildir; toplumsal, tarihsel ve psikolojik bağlamların ürünüdür. Edebiyat, suçun yalnızca ne olduğunu değil, neden ve nasıl mümkün olduğunu araştırır. Suç anlatısı, insan doğasının sınırlarını çizer. Suçu anlamak bir anlamda insanı anlamaktır.

Sanat suçu incelerken insanın kırılganlığını, yoksulluğunu, kibir ve özgürlük arzusunu, toplumsal baskıların ağırlığını, kimlik yarılmalarını, tarihsel yapıların ağırlığını göz önüne çıkarır.

Bu nedenle edebiyat, toplumu karartan bir olgu gibi düşünülmemeli, insanı anlamanın en berrak yolu kabul edilmelidir. Edebiyat ile gün ışığına çıkan bilgilerden yararlanılarak suçtan arınmış bir topluma ulaşmanın yolları üzerinde çalışılmalıdır.

 

18/12/2025
211