
Fuat Sevimay: Demokratik Hacı Dayı XVI
MAHKEME
Erkek Torun ertesi gün mahkemeye çıkarıldı. Manav ve Ham’fendi ise halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek suçlamasıyla hapiste. Onların mahkemesi bir ay kadar sonra görülecek. Halkı kin ve düşmanlığa en çok sevk edenler aslında en tepelerde ama neyi kime anlatacaksın?
Bu arada gerek Kaydırı Kuppak halkından gerekse merkez basından mahkemeye büyük ilgi var. Kayyum Başkan, Müşavir ve hatta Hoca Efendi de duruşmayı izlemek üzere hep mahkeme salonundalar.
Hâkim, evladım, durduk yere, hem de göreve başladığının ilk günü neden böyle saldırgan bir eylemde bulundun, diye soruyor.
Torun, Çırpınırdı Karadeniz, Türk’ün şanlı bayrağıyla, diyor.
Bayrak nereden çıktı, Karadeniz ne alaka?
Kahramanlık saldırıp bir daha dönmemektir.
Yahu ben sana olayı soruyorum, sen ne saçmalıyorsun? İşçi’yle Öğrenci’yle ne alıp veremediğin vardı da gidip çekip vurdun?
Torun, Kayyum Başkan’ımızın da dediği gibi, vatan bize emanet Hâkim’im, diyor. Kaldı ki bunlar hep, Kaydırı Kuppak’ın huzur ortamını bozmaya çalışan, birlik ve beraberliğimize göz dikmiş dış güçler.
Kayyum Başkan, beni ne karıştırıyorsun diye kalkıp diklenecekken fırsat kalmıyor çünkü Hâkim, evladım ne dış gücü, diyor. İşçi desen Sendiremeke köyümüzden. Manav desen, ben diyeyim otuz, sen de kırk kuşaktır Kaydırı Kuppak’ın yerlisi. Rahmetli Öğrenci kardeşimiz ve Ham’fendi de hep ilçenin bilindik aileleri.
Ayağa kalk Sakarya, diyor Torun.
Hâkim, istemsizce ayağa kalkıyor. O kalkınca duruşma salonundaki herkes de Pavlov’un köpeği gibi ayaklanıyor. Neyse, hazır kalkmışken duruşmaya ara versin. Dönüşte de gelip kararı bildirir, bu deliyle fazla uzatmaya gerek yok. Göz göre göre iki cana kıymış cani gitsin hapiste ömür boyu çürüsün de aklı belki anca başına gelir.
On dakika ara.
Hazır duruşmaya ara verilmişken Kayyum Başkan, Hoca Efendi’nin yanına gidiyor. İyi günler efendim, diyor.
Hoca Efendi gözlerini, Kayyum Başkan’ın gözlerine dikiyor. Bakışında nasıl desem, bir miktar uhrevi, bir miktar tedirgin edici, insanı içine alan bir hal var. Başkan Bey, hayırlı günler, desek daha münasiptir zannımca, diyor. Kelime-i tevhid de böyle buyuruyor.
Kayyum Başkan kim ne buyurdu anlamadı. İyi günler çok güzel söz ama madem ki öyle buyurulmuş, haklısınız, diyor. Hayırlı günler daha derin, daha manevi bir ifade. Hayırlı günler efendim. Müşavir bildirmiştir, ben de dün akşam sizi ziyarete gelecektim ama kısmet burada, mahkeme koridorlarında tanışmakmış.
Hoca Efendi usulca Kayyum Başkan’ın koluna girip, nasipten öteye yol yok, Rabb’im nasıl yazdıysa, diyor.
Öyle tabii öyle. Duruşmaya ne diyorsunuz? Gördünüz mü bak, deli Torun başımıza ne işler açtı. Manyak daha halen beni de işin içine katıp...
Kayyum Başkan’ın sözü havada kalıyor çünkü Hoca Efendi, Kayyum Başkan’ın kolunu hafifçe sıkıp araya girerek, deli değil de delikanlı desek daha münasiptir, diyor. İnsanın o yaşlarda kanı kaynıyor malum. Kardeşimiz çocukluk etmiş, biraz fevri davranmış. Ama milli manevi değerler önemli. Delikanlının niyetine bakmak lazım. Niyeti milli manevi değerleri korumak noktasında pek halis. Bunların birlikteliğini sağlayalım, gerisi dert değil.
Kayyum Başkan, hay noktana diyecek oluyor ama dilini tutuyor. Sonra, ama iki kişi can verdi, diyor. Çocukluk deyip geçelim mi?
Hoca Efendi, can kayıplarına biz de çok üzüldük. Gerçi ölenler anarşikmiş ama yine de candır elbette, Rabb’im taksiratlarını affeyleye, diyor. Binaenaleyh, mevzu elbette yol kazasıdır. O ara eli cüppesinin cebine gidiyor, telefonunu çıkarıyor. Hızlıca tuşlara basıp, selamın aleyküm Bakan Yardımcım, diyerek karşı tarafla konuşmaya başlıyor. Kısa bir hatır selam sabah faslının ardından, Adalet Bakan Yardımcımız, diyerek telefonu, durumu şaşkın şaşkın izleyen Kayyum Başkan’a uzatıyor.
Telefonun karşısındaki ses kendini bir kez daha tanıtıp, Delikanlı’yı serbest bıraksınlar, Hâkime de kararı bildireceğiz, deyip kapatıyor. Kayyum Başkan bu kez şaşırmıyor. Yani şaşırıyor da şaşırmıyor. Bu memlekette artık şaşırmamayı öğrendi.
O ara Hoca Efendi, kararı mülki amir sıfatıyla Hâkim’e senin bildirmen münasiptir, diyor. Sonra hafifçe, her şey durulup hallolmuşçasına gülümsüyor. Gözlerinde yine o uhrevi, tedirgin edici, insanı içine çeken bakış var. Seni sevdim Başkan Bey, sana da buradan bir hanım ayarlasak, hayat böyle yalnız çekilmez.
Hâkim’in duruşma salonuna geçtiğini gören Hoca Efendi, bana müsaade, namaz vaktidir deyip adliyeden ayrılıyor. Kayyum Başkan ne yapsın, önce bir gidenin ardından bakakalıyor, sonra yavaş yavaş duruşma salonuna doğru hareketleniyor. O ara ayakkabısının altına sakız yapışıyor. Çıkmaz da bu meret.
Hâkim, müebbet hapis yönünde kararını bildirmek üzere kürsüsüne geçmişken, Kayyum Başkan da kürsüye yanaşıyor. Yapacak bir şey yok, emir demiri keser. Hâkim Bey, diyor sesini ancak Hâkim’in duyacağı kadar kısarak, delikanlı bir çocukluk etmiş ama zannımca, milli manevi değerlerimiz doğrultusunda serbest bırakılması caizdir. Noktasındadır. Yani demem o ki münasiptir. Aman işte uygundur yani.
Hâkim ağzını açıp, delirdiniz mi iki can kaybı var diyecekken telefonu bip bip bipliyor. Göz ucuyla gelen mesaja bakıyor. Alnından bir damla ter süzülüp kürsüye damlıyor. Şöyle bir düşünüyor. Hukuk fakültesinde hak hukuk diye çürüttüğü dirsekler, adalet uğruna hatmettiği o koca koca kitaplar ve bir yanda da şu gelen mesaj. Ne yapsın? Çıkarıp cüppesini yere mi çalsın. Sesi titriyor. Peki Başkan Bey, siz de yerinize geçin, ben kararı bildireyim.
Torun, olay esnasında Öğrenci’nin devlet memuruna elini kolunu salladığı anların fotoğrafları doğrultusunda, nefsi müdafaa gerekçesiyle, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılıyor. Salondaki Kaydırı Kuppaklıların büyük kısmı şaşkın, vicdanları kanıyor. Bazısı ise pek coşkulu, sevinç içinde.
Sarıklı Yavuklu ayağa kalkıyor.
Tekbiiiir!
Allah-u Ekber.
Kararın üzerinden daha iki dakika geçmemişken merkez basının internet sitelerinde ve televizyonların alt yazılarında, tipo hatasıyla birlikte, “Kaydırı Kuppak’ta Nefis Müdafaa” başlıklı haberler geçiyor.
Ve iki güne kalmadan Kaydırı Kuppak’ta olaylar duruluyor, ilçe eskiden olduğu gibi sessizliğe bürünüyor. Çok şükür.