Derya Yıldıran: Anlatının İzinde - Sürgünün Yolculuğu

LUİS SEPÚLVEDA (1949-2020)
PATAGONYA EKSPRESİ (1995)

Bazen bir tren camı, geçmişe bakan bir göz olur; dışarıda gördüğün şehir değil, içeride bastırdığın hikâyendir. Raylar yalnız coğrafyayı değil, belleğin kıvrımlarını takip eder. Patagonya Ekspresi, işte tam da böyle bir yolculuktur. Sepúlveda okuru trenin camından çürümüş malikânelere, bozkıra sinmiş hayalet seslere, yitik hayallere ve bastırılmış geçmişe götürür. Bu yolculuk yalnız ona ait değildir; okur da kendi belleğinin kenar mahallelerinde gezinmeye başlar; her yankı, kendi içinden gelir.

Sepúlveda bir anlatıcı değil, aynı zamanda bir hatırlatıcıdır.

 

Hapishane ve Bellek

Bir hapishane sadece taş duvarlarla örülü değildir. Bazısı görünmezdir; bir suskunluğun içinde gizlenir, zihnin unutmaya çalıştığı ama silmeyi başaramadığı bir anıya dönüşür. 1973’teki Pinochet darbesiyle birlikte Şili, toplu gözaltıların, işkencelerin, kaybedilen insanların ülkesine dönüştü. Düşünmek bile suçtu. Sepúlveda da bu kıyımın tanığıydı. Adının yerini bir dosya numarası aldı. Hafıza susturulmalıydı; çünkü hatırlayanlar direnebilirdi.

Hapishane...

İnsanın kendi sesini duymadığı, adın yerine sayıların çağrıldığı bir suskunluk çukurudur; yalnız bedene değil, zamana da işkence uygulanır. Gün, geceye dönüşmeden yok olur; ışık gösterilmeden unutturulur. Birinin çığlığı diğerinin suskunluğuna karışırdı.

Ve en korkuncu şuydu:

Orada, insanın kendisine dair bütün bilgisi silinir.

Aynaya baktığında artık göz değil, bir boşluk görürsün. Kendi adını unuttuğun bir yerde, hangi kelime seni hatırlatabilir ki?

Sepúlveda’nın edebiyatı, işte bu unutuşun içinden doğdu. Yazar, önce adını, sonra bedenini kaybetti; ama kelimelerini değil. Kelimeler karanlıkta dokunabildiği tek nesneye dönüştü; her cümle bir nefes gibi, hatırlamanın biçimiydi. Yazmak, unutturulmaya karşı var olmanın son yoluydu. 

Bu yüzden Patagonya Ekspresi, bir yolculuk değil, bir hatırlama biçimidir. Unutma duvarlarının içinden kazınarak yazılmış bir metindir.

Ve şu soru sessizce düşer önümüze: Hücreden çıkan biri gerçekten özgür müdür?

Yoksa her yolculuk, yalnızca başka bir hücreye geçmek midir?

 

Yolculuğun ve Hafızanın Yazarı

Bazı yazarlar bir ülkeyi yazarlar, bazıları bir kıtayı. Sepúlveda, yalnızca Şili’nin değil, Latin Amerika’nın tarihini, belleğini ve direnişini cümlelere kazıyan bir tanıktı.

1949’da Şili’nin Ovalle kentinde doğdu. Genç yaşlardan itibaren edebiyat ve siyaseti iç içe yaşadı. Salvador Allende’nin sosyalist hükümetini destekledi, Unidad Popular hareketinde rol aldı. 1973 darbesiyle birlikte hapse atıldı; 1977’de sürgüne gönderildi ve Brezilya, Arjantin, Nikaragua, Ekvador, Almanya ve İspanya arasında dolaştı. Artık bir ülkeye değil, yolculuğa aitti.

Aşk Romanları Okuyan İhtiyar kitabında, Amazon’un şiddeti içinde insan onurunu; Mazideki Halimizin Gölgesi’nde ise darbeler sonrası belleğin kırık aynasını anlatır. Dünyanın Sonundaki Dünya ise insanın doğa ile kurduğu yıkıcı ilişkiyi anlatır. Onun edebiyatı, bireysel hafızayla siyasal tarih arasında kurulan sarsıcı bir köprüdür.

2020’de pandeminin ilk günlerinde hayatını kaybetti; cümleleri ise tanıklığın sesi olarak yaşamayı sürdürüyor. Onu okumak, hatırlamanın kendisini bir direniş biçimine dönüştürmektir.

 

Hakikat ve Hayaletler Arasında

Büyülü gerçekçilik, yalnızca bir edebi teknik değil; Latin Amerika’nın damarlarına işlemiş bir varoluş biçimidir. Sepúlveda için büyü, sisli ormanlarda uçan kahramanlarda değil; taş duvarların çatlaklarında, terli gömleklerin kokusunda, kasaba meydanlarında fısıldaşan yaşlı kadınların hikâyelerinde gizlidir.

Patagonya’da zamanın kaybolduğuna inanılır. Oysa kaybolan zaman değil; onu hatırlayacak kimsenin kalmamasıdır. Sepúlveda, sessizlikle örülmüş bu boşlukları cümlelere döker. Anılar silindikçe haritalar kaybolur, o ise kelimeleriyle yeni haritalar çizer.

Peki büyü nedir?

Gerçeğin ta kendisidir,” der Sepúlveda.

Ve bazen, bir hayaletten daha ürkütücüdür.

 

Ali Han Geceleri

Bir genelev, yalnızca bedenlerin pazara sunulduğu bir yer değildir; bazen bir toplumun çelişkilerini en çıplak haliyle gösteren bir sahneye dönüşür. Sepúlveda’nın Ali Han’ı da böyle bir yerdir: Işıkları loş, sahneleri absürt ve trajik.

Bir gece, Kanadalı bir akademisyen altı şişe rom devirdikten sonra dans etmeye karar verir: tango, paso doble, salsa... Her adımda tökezler ve sonunda içinde taşıdığı yenilgiyi bir romana dönüştürür; “Cehenneme kadar yolu var,” diyerek sayfalarını müşterilere dağıtır.

Ali Han’ın Kraliçesi Donya Evarista şişman, neşeli ve hüzünlüdür. Onun için hayat, sahte aşklar ve gecelik umutlar arasında var olmaktır. Kadınlar sadece bedenlerini değil, bir anlık unutma arzusunu da satar. Dışarıda ise papazın sesi duyulur: “Genelev kadınları sinemaya gidemez.” Toplum bu kadınları görmek istemez. Onları görünmez kılan yerleri kendi eliyle kurar. Sepúlveda tam da bu çelişkileri anlatır: ahlakla arzunun, vicdanla ikiyüzlülüğün çatıştığı Latin Amerika.

 

Kaosun Pilotluğu

Kaptan Palacios, gökyüzüne yazılmış bir hikâyedir. Yamalarla tutturulmuş, göstergeleri bozuk, pusulası sallanan eski uçağıyla Amazon’un derinliklerine dalar. Uçuş planları kâğıtlarda değil, bulutların renginde, nehirlerin akışındadır. Yolcuları arasında cenazeler, kaçakçılar, horoz dövüşçüleri, kaybolmaya gönüllü adamlar vardır. Palacios sadece bir pilot değil, Latin Amerika’nın kaotik ruhunun simgesidir. “Gökyüzü yukarıda, yeryüzü aşağıda, gerisi faso fiso,” diyerek uçuş aletlerini umursamaz; çünkü onun gözünde dünya büyük bir saçmalıktır.

Ama bu uçak, bir özgürlük aracı değil, bir çöküş metaforudur. Yamalı gövdesi ve eksik göstergeleriyle içinde yaşadığı düzenin kırılganlığını taşır. Her kalkış bir varoluş biçimi, her iniş küçük bir mucizedir. Palacios’un gökyüzüne savrulan ömrü, Latin Amerika’nın unutulmuş köşelerinde yaşayan herkese benzer. Sepúlveda onun hikâyesini anlatırken yalnızca bir adamdan değil, bir kıtanın ruhundan söz eder. Uçmak, düşmeye en yakın olmaktır.

 

Sınır Tanımayan Yolculuk

Yolculuk, Sepúlveda için bir yer değiştirme değil, bir arayıştır. Haritaların sınırını aşar: Bazen geçmişine yaklaşmak, bazen ondan uzaklaşmaktır. Ekvator’da geçirdiği öğretmenlik yılları ona yalnızca bilgi aktarmayı değil, bir toplumun ruhuna dokunmanın ne anlama geldiğini öğretmiştir. Eğitim, onun gözünde yalnızca sistem değil; toplumsal adaletsizliği en çıplak haliyle görülebildiği aynadır.

Ama en büyük öğrenme, yolda karşılaşılan hikâyelerde saklıdır. Genelevdeki sessiz bakışlar, sokaklarda uyuyan çocukların yorgun bedenleri, çürüyen malikânelerde sahnelenen asalet oyunları... Sepúlveda bir trenin içinde otururken yalnızca dışarıyı izlemez; zamanın izini sürer ve bastırılmış hikâyelerin gölgeleriyle yolculuk eder.

 

Soylu Hayaletler

Soyluluk, gerçekten bir kan bağı mıdır, yoksa yalnızca bir yanılsama mı? Latin Amerika aristokrasisi, Avrupa’nın gölgesinde büyümüş ama hiçbir zaman oraya ait olamamıştır. Avrupalı olmayı hayal eden, daima eksik kalan bir sınıf.

Zengin ailelerin evlilik planları bir aşk değil, bir gen projesidir. Geçmişlerini temize çekmek, kusurlarını soylulukla kapatmak isterler. Ama duvarlara sinmiş çürüme, her aynada kendini belli eder. Salonlarda sadece şatafat değil, ideolojik kokuşmuşluk da dolaşır. Sepúlveda, bu sınıfı sadece eleştirmez, trajedisini de gösterir. Gerçek çöküş düşmek değil, düştüğünü kabul etmemektir.

 

Unutulmuşları Yazıya Dökmek

Bazı yazarlar yalnızca hikâye anlatmaz. Sessiz kalmış zamanları geri çağırır, susturulmuşlara ses verir. Sepúlveda, yolun değil, yol kenarındaki hafızanın kırık aynalarını toplayan bir tanıktır.

Patagonya Ekspresi, hapishanelerden Patagonya’nın rüzgârlı düzlüklerine, Ekvador’un tozlu sınıflarında Ali Han’ın gölgeli odalarına, malikânelerin sahte ihtişamından Palacios’un yamalı uçağına uzanan bir hafıza atlasıdır.

Ama bu yolculuk yalnızca dış dünyaya değil, Latin Amerika’nın ruhuna, sömürgecilikten kalan sınıfsal hayaletlere, bastırılmış hikâyelere doğru bir iniştir. İşte bu yüzden Patagonya Ekspresi hâlâ okunmalı. Bu kitap, o coğrafyanın kendisine dönüşür.

Her seferinde yeniden bir trenin penceresinden bakarız. Ve o pencerede yalnızca Patagonya değil, kendi kayıplarımız, kendi sürgünlerimiz belirir.

 

 

 

13/10/2025
108