Ayşe Şafak Kanca: Kimi Gökyüzünü Maviye Boyar Her Sabah Kiminin Fili Çapraz Gitmez

Göçmüş Kediler Bahçesi’nde

Türk edebiyatında şiirdeki kadar olmasa da roman ve öyküde avangart denemeler mevcut. Bilge Karasu, geleneksel anlatı kalıplarının dışına çıkarak, metinler arası ilişkiler kuran, düşle gerçeği iç içe geçiren, postmodernizme yakın duran eserler vermiş. Karasu, Göçmüş Kediler Bahçesi’nde diğer eserlerindeki gibi şiirsel, karmaşık bir dil ve yapı kullanarak okuru derinlemesine düşünmeye sevk eder.

En sevilen romanlarından biri Tutunamayanlar olan Oğuz Atay ise Türk edebiyatına modernizmi, postmodernizmi getiren en önemli isimlerden biridir. Eserlerinde geleneksel kurguyu tamamen altüst eden Atay; iç monolog, bilinç akışı gibi teknikleri yoğunlukla kullanır, ironik bir dille adeta “hayatı yapar”. Okuru metnin içine değil metnin arızasına davet eder. Tıpkı modern insanın savrulmuş bilinci gibi düzenli cümle yapısını yerle bir edip dilin içinde delikler açar, hayali karakteri Olric’in diliyle insanın iç çatışmasını içimize sızdırır. Atay’ın avangartlığı biçimsel bir deney olmaktan öte, varoluşsal bir başkaldırıdır. Çünkü o sistemi değil yazının kendisini sabote ederek konuşur.

 

Herkesin Bir Fili Var

Günümüz romancılarından Altay Öktem; deneysel, avangart yönü güçlü, biçimle oynayan, geleneksel anlatıyı kırmaya çalışan, dil, kurgu, ya da anlatı yapısıyla yenilik arayan bir yazar. Kendisi hem şiir hem roman yazar.

Öktem’in roman karakterleri sıradan insanlar olduğu gibi kural dışılığı normalleştirmiş karakterlerdir de. Keskin gözlem gücüyle; muhalif söylemi, şehirleşmenin getirdiği sıkıntıları, kent hayatının sancılarını, modern insanın içine düştüğü çıkmazları boyutlar arası işlerken bir yandan da aşk, cinsellik, ölüm kavramlarının beraberinde getirdiği yoksunluk duygusunu kendi deneyimlerini de katıp usta bir cambazlıkla aktarır.

Bir sabah yataktan kalkıyorsun, bir bakıyorsun için boşalmış. İyi bir uyku çekmişsin de kafan boşalmış ya da tuvalette uzun kalmışsın, bağırsakların boşalmış, kendini kuş kadar hafif hissetmeye başlamışsın, demek istemiyorum. Basbayağı için boşalmış. İçin bomboş olmuş yani ne bir organ ne bir iskelet ne kemik ne kan ne yağ…” der, meraklandırarak “boşluk” kavramını inceler “İçimde Bir Boşluk Var”da.

O Adam Babamdı” romanı yeraltı edebiyatı unsurları barındırdığı kadar gotik edebiyat izleri de taşır. Gerilim, psikoloji, suç unsurları, karanlık, merak uyandıran gizemli atmosfer, anti-kahraman tipi karakterler Öktem’in romanlarında çokça yerini bulur. Üslup bakımından olmasa da ana karakterini okuru rahatsız edecek biçimde pervasızca hareket ettirir. İronik, mizahi tonların arka planda hissedildiği dille, söylemdeki ustalığı hem şiirlerinde hem de romanlarında okuyucunun beklentisine hep bir ters köşe yapar. Bazı romanları avangartlığın sınırlarını zorlarken bazı romanlarında da daha geleneksel anlatı ögelerini görürüz.

 “Thomas Düşerken”de hayali kahramanı Thomas Dumas boşluktan atladığında üçüncü boyuttan dördüncü boyuta geçerken canlanır. Gerçek bir insandır artık. Hayatındaki tüm fiziki olumsuzluklarına rağmen hayatını fotoğrafçılıkla sürdürür. Bu romanın oldukça ses getirmiş olduğunu hatta Altay Öktem’in kendi çektiği fotoğraflarla Thomas Dumas adı ile bir fotoğraf sergisi açtığını, kitabı okuyup sergiye gelenlerin uzun süre Thomas Dumas’ın izini sürdüklerini de hatırlıyorum.

Her iki yazım alanında da argo, küfür gibi sokak dillerini kullanan Öktem, fantastik ögelerle gerçekliğin birbirine geçtiği, karakterlerin içsel dünyalarının, varoluşsal sorgulamalarının öne çıktığı romanlarında deneysellikle anlaşılırlık arasında ince bir karanlık üstünde yürür. Okuyucuyla doğrudan bir bağ kurarak samimi bir sohbet ortamı yaratır.   

Filler Çapraz Gider”de; “... Herkesin bir fili vardır dünyada. Herkesin birbirinden farklı, çeşit çeşit, renk renk filleri vardır ve filler hep çapraz gider. Kural bu. Benim filim çapraz gitmiyor. Hepsi bu.

Onun fili de çapraz gitmeyenlerden.

Altay Öktem’in “Kuşlarım Üşüyor” adlı toplu şiirleri 2024 yılında yayımlandı.

 

Tarifsiz Kederler İçinde Veli’nin Oğlu

Türk edebiyatında “avangartlık” denince romanı, öyküyü sollayan şiir, her zaman olduğu gibi başı çeker. 1941 yılında yayımlanan Garip adlı şiir kitabıyla ortaya çıkan Garip hareketi, Türk şiirinin en radikal avangart çıkışlarından biridir. Okul yıllarını birlikte geçiren Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat Horozcu, Melih Cevdet Anday’ın öncülük ettiği akım; geleneksel şiirdeki kalıpları; ölçüyü, kafiyeyi, şairane, süslü, sanatlı söyleyişi reddedip basit konuları işleyerek, şiiri gündelik hayatın bir parçası haline getirmiştir. Şiiri halka yaklaştırmayı hedefleyen, kural tanımaz bir yaklaşımı benimserler. Orhan Veli özellikle halkın konuştuğu kelimeleri şiirlerinde kullanmıştır. Soyut şiir yerine özüne ulaşan somut şiiri yazmıştır.

Gemliğe doğru denizi göreceksin sakın şaşırma dizeleriyle -ki bu, devrinin ilk haikusudur- şiirle ilgisi olmayanı bile şaşırtarak adeta bir devrim yapar. Uzun bir yola çıktığımızda, tepeyi aşınca her an denizi görme hissiyatını nerdeyse genlerimize kazıyan Orhan Veli değildir de kimdir?

Kitabe-i Sengi Mezar: “Hiçbir şeyden çekmedi dünyada/ Nasırdan çektiği kadar/ Hatta çirkin yaratıldığından bile/ O kadar müteessir değildi/ Kundurası vurmadığı zamanlarda/ Anmazdı ama Allah’ın adını/ Günahkâr da sayılmazdı/ Yazık oldu Süleyman Efendi’ye.” Nasırlarından çekenlerden sıkça duyduğumuz bu dizeler ne kadar yalın fakat bir yandan ne kadar da şaircedir.

Ve “... Kendi gitti/ İsmi bile kalmadı yadigâr/ Yalnız şu beyit kaldı/ Kahve ocağında, el yazısıyla/ Ölüm Allah'ın emri/ Ayrılık olmasaydı.”

“Ölüm” gibi başımıza hiç gelmeyecekmiş algısıyla yaşadığımız sıradan bir olayı böylesi zamansız bir şiire dönüştüren Orhan Veli, Veli’ce yazdığı şiirleriyle avangartlığın velisidir.

 

Hava Bedava Su Bedava

Orhan Veli, 1940’larda ortaya çıktığında, Türk şiiri hala güçlü bir biçimde hece, aruz ölçüsünün, kafiyenin, şairane dilin etkisi altındaydı. Necip Fazıl Kısakürek’in metafizik derinlikleri, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın estetik kaygıları, Cahit Sıtkı Tarancı’nın ölüme, yaşama dair hüzünlü sorgulamaları, dönemin şiirine hâkim atmosferi oluşturuyordu. O zamana kadar şiir yüksek sanatın, soyut konuların aracıydı. Konuşma dili, sıradan hayat, şiirin konusu olmaya pek layık görülmezdi. İşte tam bu noktada çıkan Garip hareketi 1941’de yayımlanan Garip önsözü, adeta bir manifesto niteliğinde olmuştur. Bu metinde; şiirde ölçünün, kafiyenin, şairane söylemin gereksiz olduğu savunuluyordu. Bu radikal çıkış, dönemin edebi çevrelerinde büyük bir şaşkınlıkla, tepkiyle karşılandı. Zira bu, sadece bir üslup değişikliği değil, şiirin köklerine, yani biçimine, içeriğine dair bir isyandı

Oktay Rifat da Melih Cevdet de ilk şiirlerini hece, aruz vezni, kafiye güderek vermişlerdir. Ancak daha sonra ilk “Garip” şiirleri Varlık dergisinde aynı zamanda yayımlanmış bu da resmi olarak adı konmayan bir akımın başlangıcı olmuştur. İçten geldiği gibi, sade, anımsatan, âna götürüp ânı dondurarak hissettiren dizeleriyle bu “Üç Kafadar” şiirin en garip hali olmuşlardır.

Poetik görüşler içeren bu üç şair ortak kabulleri olarak Varlık dergisinde bir anket sunarlar, anket cevabının ardından da şiirlerini bir arada yine Varlık’ta yayımlamayı sürdürürler. Yaşar Nabi Nayır’ın imzasıyla yayımlanan “Gençleri Teşvik Etmeli mi?” başlıklı yazıyla Varlık dergisine adeta küsen üç arkadaş, bir yıl kadar bu dergide gözükmezler. Garip şiirinin çıkışında, belirginleşmesinde bu şiire ilk ev sahipliği yapan Varlık günümüzde de yeni akımlara öncülüğünü sürdürmekte.

Melih Cevdet “Şiirde An Meselesi”nde; “kısa şiir”in varlık nedeniyle, gördüğü ilgi üzerinde durur. Bunun “zihniyet” ve “zevkler”de oluşan değişimden kaynaklandığını söyler. Ona göre kısa şiir ilhamla çalışmayı karşı karşıya getirir, ilham eski şiir anlayışına, çalışma ise yeni şiire hastır. “Kısa bir anda parlayıp sönen ‘güzel’; ihsaslarla, görünmez kollarını dokunulamayana, belli olmayana uzatabilen tahteşşuurla yakalanacaktır,” der. Böylece kısa şiirin “bir an meselesi” olduğunu, bunun da bilinç dışıyla ilişkisi bulunduğunu ifade eder.

Orhan Veli’nin “Hava bedava, su bedava” dizeleri bu isyanın en somut kanıtlarından biridir.

Bedava yaşıyoruz, bedava/ Hava bedava, bulut bedava/ Dere tepe bedava/
Yağmur çamur bedava/ Otomobillerin dışı/ Sinemaların kapısı/ Camekanlar bedava/
Peynir ekmek değil ama/ Acı su bedava/ Kelle fiyatına hürriyet/ Esirlik bedava/
Bedava yaşıyoruz, bedava.

Bu dizeler ilk bakışta yalın ve sıradan bir gözlem gibi görünebilir. Yazıldığı yıllarda şiirsel bir devrimken, bugün modern toplumun felsefi bir eleştirisine dönüşen bu dizeler, her şeyin bir fiyatının olduğu, temel ihtiyaçların bile metalaştığı dünyamızda bize yaşamın en kıymetli unsurlarının hâlâ bedava olduğunu hatırlatır.

Orhan Veli, şiiri “ağaçtan çok odunu”, “gökten çok bulutu” konu alan, “anlatılmaya değmez” görülen sıradan insanların, nesnelerin dünyasına indirdi. Onun şiiri dönemin şiir anlayışına vurulan bir darbe, kelimenin tam anlamıyla bir avangart eylemdi.

Minimalist şiir, somut şiir, konuşma diliyle yazılan şiirler, Orhan Veli’nin temelini attığı estetiğin birer devamıdır. Onun şiirinin sadeliği, doğrudanlığı, günümüz şairleri için bir ilham kaynağı olmaya devam etmekte. Tıpkı bir zamanlar Japon “haiku”sunun şiirde bir devrim yaratması gibi Orhan Veli de Türk şiirine yeni bir “sadelik” ve “derinlik” anlayışı getirmiştir.

Garip akımı Türk şiirinde yerleşik olan birçok kuralı yıkarak bir boşluk yarattı. İkinci Yeni ise bu yıkım sonrasında, Garip’in reddettiği unsurları yeniden inşa ederek daha karmaşık, kapalı, estetik açıdan daha zengin bir şiir dili kurdu. Bu iki akım arasındaki diyalektik, modern Türk şiirinin gelişiminde kilit bir rol oynamıştır.

“Garipler”den el alan şairler şiiri adeta bir dil laboratuvarına dönüştürerek okurun aktif katılımını gerektiren avangart eserler ortaya koymuşlardır. Hepsinin kalbimizdeki yeri ayrı ama gökyüzünü her sabah çocuklar uyanmadan önce boyama nahifliğine sahip Dalgacı Veli’nin yeri apayrı. O halde bu yazıya Veli’ce bir nokta koyalım,

Biz de gökyüzünü maviye boyayalım her sabah.

05/12/2025
30